STRAN, TÜRKÜ BiLMEZ ! . .
STRAN, TÜRKÜ BiLMEZ ! . . Reso ve Dengbéjlik ve de Roj TV’nin Müebbet Mahkûmları
Nedim Dit, Diyarbekir
nedimdit@hotmail.com
Bu yazımızda da yine yer yer dengbéji ve dengbéj geleneğini işlerken, Kürt stranlarındaki tarzların çok kısa bir açınımını yapmaya, gelen kimi sorular üzerine, dengbéj geleneğinin son ve büyük ustası Reso’yu ve O’nun dengbéjlik kulvarlarındaki konumunu biraz daha tanıtmaya, farklı tarzların temsilcileri de olsalar, Reso ile Şivan Perwer’in Roj TV ekranlarına çıkarılmama ya da bu ekranlardan ebediyen uzaklaştırılma hükmünü giymiş olmalarının nedenlerini sorgulamaya çalışacağız.
* * * * * * *
Reso ve Dengbéjlik ve de Roj TV’nin Müebbet Mahkûmları
Nedim Dit, Diyarbekir
nedimdit@hotmail.com
Nasname’de bundan önce “Dengbéj Geleneğinin Sonu ya da Bu Geleneğin Son Halkası : Reso” adıyla yayımlanan yazımız, değişik kesimlerden tepkiler aldı. Gelen tepkiler, birisi hariç, çok olumlu ve bizi umutlandıran, tetikleyen tepkilerdi. Olumsuz olan tepki de bir dostumuzdan geldi.
O da Türkçede “türkü” olarak gösterdiğimiz stranı, neden stran olarak yazmadığımız; Türkçe de yazsak, stranı “stran” olarak yazmamızın daha doğru olacağı cihetindeydi. Bu değerli dostumuz, eleştirisini, Sayın İsmail Beşikçi’nin bu konudaki bir değerlendirmesine dayandırdığını da sözlerine eklemişti. Biz de bu eleştiriyi dikkate alarak bundan sonra stranı “stran” olarak yazmayı, zaman zaman parantez içerisinde Türkçe”sini belirtmeyi uygun bulduk. O yazıda “dengbéj” denince neyin anlaşılması gerektiğini açıklamaya, geçmişteki ve 20. yüzyılın sonundaki ”dengbéj”’in durumunun mukayesini yapmaya, bunun gibi sözlü edebiyat verimlerinin geçmişten günümüze taşınmasında dengbéjlerin etkin fonksiyonlarını eşelemeye uğraştık. Kürt edebiyatı ve Kürt folklor ürünleri bakımından dengbéj geleneğinin önemine dikkat çekerek, bu geleneğin son halkası olduğuna inandığımız Dengbéj Reso’yu çok kısa biçimde tanıtma ihtiyacını duyduk. Ardından Reso’nun epik bir stranını ( türküsünü ) orijinal diliyle ( Kürtçe ) ve Türkçe anlamıyla sunduk ve stranın öz ve biçim bakımından kısa bir tahlilini yapmaya çalıştık. Dolayısıyla Kürt edebiyatının 1960’lı yıllarının, muhtemelen ortalarında, Reso tarafından yapılarak söylenen bir stranının ki bu aynı zamanda bir şiirdir de tahlilini, edebi kriterlere uygun ve yazılı olarak, Türkçe de olsa, ilk kez biz yapmaya çalışmış olduk.
Bu yazımızda da yine yer yer dengbéji ve dengbéj geleneğini işlerken, Kürt stranlarındaki tarzların çok kısa bir açınımını yapmaya, gelen kimi sorular üzerine, dengbéj geleneğinin son ve büyük ustası Reso’yu ve O’nun dengbéjlik kulvarlarındaki konumunu biraz daha tanıtmaya, farklı tarzların temsilcileri de olsalar, Reso ile Şivan Perwer’in Roj TV ekranlarına çıkarılmama ya da bu ekranlardan ebediyen uzaklaştırılma hükmünü giymiş olmalarının nedenlerini sorgulamaya çalışacağız.
Bugün Kürt edebiyatındaki stranları en geniş anlamda iki başlık altında incelememiz mümkündür. Bunlardan birisine klasik tarz, ikincisine modern tarz denebilir. Klasik tarz, bugün artık “klasik” olarak değerlendirebileceğimiz dengbéjlerin en eskilerden getirdiği tarzdır. Özünde enstrümanı olmayan bu tarzın ortaya çıkış yeri Kürdistan’ın, daha çok Serhad Bölgesi olarak bilinen kısmıdır. Edindiğimiz bilgilere göre 19. yüzyılın başlarından itibaren mey ve kaval gibi nefesli enstrümanlar stranlara göreceli şekilde eşlik etmeye başlar; ancak enstrüman eşliğinde stran söyleme, daha çok Ermenistan Kürtleri ile Güney Kürtleri dengbéjlerine sirayet edecek, Serhad dengbéjleri enstrümansız klasik tarzlarını sürdüreceklerdir. Bundan önceki yazımızda dengbéj menbaı olarak nitelediğimiz Serhad Bölgesi dengbéjlerinin ardılları olarak ortaya çıkan ve geleneği sürdürme iddiasını taşıyan “dengbéj”ler günümüzde de enstrümansız söylerler.
Klasik tarz stranları da kendi aralarında 3 grupta toplanabilir :
1. ) Kilamê ( stranê ) cemaetê, 2. ) Kilamé qîza ( keçika ), 3. ) Kilamê dîlanê ( daweté ).
Yukarıda bahsettiğimiz yazımızda verdiğimiz stran örneği, buradaki 1. ) grup kapsamındadır. Haddizatında orada niteliklerini sıralamaya çalıştığımız dengbéj stranlarının tamamı bu kategoride mütalaa edilmelidir. 2. ) sırada gösterdiğimiz kilamé qîza, son derece karekteristiktir ve bilebildiğimiz kadarıyla yalnız Kürt stranlarında vardır bu özellik. Serhad’ta bu stranları her dengbéj söylemez.
Ya da şöyle diyelim : Daha ağır, daha oturaklı olan cemaet dengbéjleri bu türdeki stranları söylemeye pek de tevessül etmek istemezler. Bu alandaki stranlarla uğraşan ya da ağırlığını bu alana kaydıran dengbêjler ayrıdır. Örneğin Muş yöresinin tanınan dengbéjlerinden Huseyno, dengbéjlik hayatının ortalarına kadar da ağırlıkla bu türdeki stranlarıyla tanınmıştır.
Hatta O’nun bu özelliğine ilişkin şöyle bir anekdot da anlatılır Muş yöresinde : Huseyno ile bir arkadaşı bir köyden bir başka köye tepelerden yürüye yürüye gitmekteler. Aşağılarda bérîvanlar ( koyun sağan kadınlar ) öğlen bêrîsinden ( koyun sağma eylemi ve bunun gerçekleştirildiği yer ) ellerinde süt kovalarıyla evlerine dönmekteler.
Huseyno, yanındaki arkadaşına : “Ben bu bérîvanları akşam bérîsine kadar burada tutarsam ne verirsin ? ” diye sorar.
Arkadaşı da : “Tutamazsın, tutabilirsen, ne istersen veririm” der. Bunun üzerine Huseyno bulunduğu tepede oturup kız stranlarını söylemeye başlar. Sesi de yükseklerden aşağılara çok rahat ulaştığından, tüm kadınlar, kızlar çakılıp kalırlar. Herkes adeta büyülenmişcesine kovasını yere bırakıp oturur ve Huseyno’yu dinlemeye başlar. Zamanın nasıl geçtiğini kimse farketmiyor. Akşam bérîsinin zamanı gelip çattığında, Huseyno stranlarını keser. Kadınlar geçen zamanı ve öğlen bérîsinden getirdikleri sütün bozulmuş olduğunu yeni farkederler.
Bu defa da Huseyno’ya, kendilerini onca zaman oyaladığından, küfretmeye başlarlar; Huseyno iddiayı kazanmıştır.” Buradaki “kilamé qîza” ya da “kilamé keçika” ( kız türküleri ) isminden, bu türdeki stranları salt kızların söylediği anlaşılmasın; aksine ezici bir çoğunlukla erkekler söyler; ne ki erkek de söylese kadın da söylese stran, çok büyük olasılıkla bir kız tarafından yakılmıştır ve kızın ağzından söylenir. Bu türdeki stranlar, erkekler tarafından söylenmiş olma hissini verse de, erkek söylemiş de olsa, yine de kilamé qîza olarak adlandırılır. Zaten bunlar çoğunlukla “Lawiko dîno…” ( Hey deli oğlan… ) diye başlar. Bu stranların konusu aşk, sevgi, hasret, gurbet, ayrılık, kıskançlık, gerçekleşmemiş muratlardır başlıca.
Örneğin Kürtçe stranlarla az çok ilgisi olan herkesin duymuş olabileceği Heseniko stranı bunlardan biridir. Bir başkası şöyle başlar :
“ Şavêrdîn bişewite bax û bostan, bax û bostan
Min pirekî çê kir bi destê hostan, destê hostan
Xelkê serda derbas dikir mal û memalîkê dunyayê
Min û delalîka dil ê xwe jî ser da derbas dikir yar û dostan, yar û dostan”.
Kız stranlarının bir özelliği de genellikle dörder mısralı bölümlerden oluşması ve 3. mısranın serbest, diğer mısraların birbiriyle kafiyeli olmasıdır. Kafiyeli olmasına rağmen çoğunlukla 3., bazen de 3. ve 4. mısralar daha uzun olur. Bu türün bir özelliği de uzun olan mısraların ortalarındaki 2 – 3 kelimesi öylesine hızlı söylenir ki ölçü bakımından kısa mısralarla aynı olur.
3. sırada gösterdiğimiz kilamé dîlané ya da kilamé daweté ( düğün stranları ) ise adı üstünde, düğünlerde yine enstrümansız söylenen oyun stranlarıdır. Oynanacak oyunun özelliğine göre çok ağır, hızlı ve çok hızlı olarak söylenilebilir. Yine genellikle 1 ya da 2 kişi söyler, 1 ya da 2 kişi söylenen kısımları tekrar eder. Buna “vegerandî” ( çevirme ) de denir.Oyun oynayanların yaş ortalaması yükseldikçe oyun stranları da ağırlaşır:
“ Eyşokê ha Eyşokê, Eyşoka Romanî
Eyşokê ha Eyşokê, destmal a destanî “ diye başlayan stran, bir ağır oyun havasına örnek olarak gösterilebilir.
Kürt stranlarının modern tarzı farklı periyotlarda farklı epizotlar göstermiş ve hâlâ da gösterdiğinden, bu tarzı bugün kalın çizgilerle ayırabilme olanağına sahip değiliz. Diğer bir ifade ile 20. yüzyılın ortalarına doğru modernleşme eğilimine giren Kürt stranları, tabir caizse henüz yörüngelerine tamı tamına oturabilmiş değildir. Yine de kimi tasnifler yapma eğilimini gösterenler varsa da çok fazla subjektif olmaktan öteye gidememektedir bu durum..
Böyle olmakla birlikte modern tarzda çok belirgin olarak ortaya çıkan noktalar da vardır : Örneğin stran çeşidi ne olursa olsun, enstrüman eşliğinde olması zorunlu olmuş duruma gelmiştir. Tek seslilikten çok sesliliğe geçiş, tek enstrümandan çok enstrümanlığa geçişi izlemiştir. Klasik tarzın hakimi olan uzun solukluluğun yerini daha kesik ( kırık ), daha hareketli havalar almıştır.
Öte yandan sanat ve edebiyatla yaşanılan çağın sosyal ve siyasal olayları arasında tarihin her döneminde yakın bağlar oluştuğundan, 20. yüzyıl boyunca siyasi ve askeri rejimlere karşı oluşan Kürt muhalefeti, yaşanılan olaylar, dramlar, yeni yeni oluşmakta olan modern tarz üzerinde etkisini hissettirmiş; bu dönemde oluşturulan stranların önemli bir kısmında ulusal düşünce, ulusal folklorik ürünler, motifler varlıklarını ağırlıklı olarak göstermiş ve böylelikle, zaten her şeye rağmen var olan ulusal patentli bilincin gelişmesine önemli oranda katkı sağlamıştır. Geçtiğimiz yüzyılın son çeyreğinde bu tarzın en güçlü temsilcisi olarak ortaya çıkan Şivan Perwer, bu minval üzerinde oluşturduğu müzikle yüzyılın son çeyreğine damgasını vurmuş, yeni ve büyük bir ana çığır ki bu ana çığıra çok geçmeden, debileri farklı da olsa, bir dizi dereciğin bağlandığını biliyoruz bugün- açmıştır.
Aslında geniş anlamda düşünürsek modern tarzı, klasik tarzın enstrüman adı altında “değişik giysiler giymiş biçimi” diye de tanımlamak mümkündür. Dikkat edilirse “değişik giysiler”diyoruz; çünkü klasik tarzın zaten göreceli olarak var olan üflemeli başlıca iki enstrümanları (mey ve kaval) yerlerini pek kaybetmemekle birlikte, bunlara çok sayıda değişik enstrümanlar eşlik edecek, bunun dışında klasik tarzın uzun dengbéj stranları kısalacak ve buna ulalı olarak epik yanlarında aşınmalar olacaktır. Aynı “enstrümanla ıslah edilme” aşamaları, “kilamé dilané” ve “kilamé qîza” tarzları için de gelecektir; ama modern tarzda olanlar yalnız bunlar değildir. Yaşanılan çağın hareketliliğine, sanat ve edebiyatta sınır tanımazlığına paralel bir biçimde Kürt müziğinde de moderniteye uygun olarak çeşitlemeler çok fazla olmuştur; ancak yukarıda da belirttiğimiz gibi bunları, hâlâ belirgin raylara oturtulamadığından, kalın çizgilerle tasnif edebilme olanağına sahip değiliz. Yaşadığımız çağın önemli seslerinden olan Ciwan Haco’nun oluşturduğu ve kendisinin adıyla özdeşleşen tarzın, başlı başına bir ekol olma yolunda hızla ilerlediğini de belirtmeden geçemeyiz bu arada.
10 yılı aşkın bir süreden beri Kürt müziğine önemli iddialarla hizmet etmeye çalışan Roj Tv. ( daha önce başka adlarla yayın yapmıştır ), bu müziğe gerçekten de çok katkı sunmuştur, bunu yadsıyamayız; ancak burada önemli olan yapması gerekenleri, yapabileceklerini hakkıyla yapıp yapmadığıdır. Buna olumlu cevap verebilme olanağımızın olmadığını belirtmeliyiz.
Bu toplumun kültürel ve folklor ürünleri, müziği, bu alana emek veren sanatçıları, değerleri, tarihi ve tarihsel şahsiyetleri, dili, yaşadığı coğrafya, son yüzyılın tamamında yaşadığı olaylar belirli periyotlarla son derece objektif bir biçimde işlenebilirdi; işlenmeliydi de. Bunlar zaman zaman yapılmadı değil, yapıldı; ama çok eksik, çok subjektif ve sığ bir biçimde… Hacim olarak ekranlarda bunlar en az işlenen konular arasında yer aldı kanımızca. Oysa en çok işlenenler olmalıydı. İşlenenler arasında da çoğunlukla çok subjektif ayıklamalar yapıldı. Hiçbir özelliği olmayan, hiçbir şey üretmeyen, üretemeyen, esasında da böylesi bir yeteneği ya da altyapısı bulunmayan, yukarıda andığımız yazımızda da belirttiğimiz gibi sese de söze de son derece bigane olan bir dizi zevat, ekranın marifeti ve zoruyla “ünlü”’ leştirilme ye çalışıldı. Uzun yıllar ekranlar, akşamdan başlayıp gece yarılarına dek birilerinin kendisinin fahriyyesine tahsis edildi adeta. Arta kalan zamanların çoğunluğunda, bu kez “hikmetleri kendilerinde menkul” havarilerin, birilerine naat – münacaat karışımı “manzume”leri başlardı. Bunlardan da kalan zamanlarda ise nasıl “dengbéj” olduklarının hikmeti ma’lûm zevatına sıra geçerdi. Bu zevatın önemli bir kısmının da “stran” diye söyledikleri, havarilerin naat – münacaatlarından pek farklı olmuyordu. Bilmeyen biri, bunları pekala kaside türünün peygamberi kabul edilen Acem şairi Enveri’nin naatlarına yazılmış nazireler olarak da düşünebilirdi. Bir başka söyleyişle o naat münacaatların melodik ifadelerinden başka bir şey olmuyordu söyledikleri.
Bugün gelinen noktada durumun pek değiştiğini söyleyebilme olanağımız yok. Yine yıllardır zapt u raptla “ünlü”’leştirilmeye çalışılan; ama bir türlü ünlü edilemeyen zavallı simalar… Ve birilerince aforoza çarptırılan yetenekli, sanatçı kişilerin seslerinin ya da kendilerinin yokluğu…
Bunlardan iki kişinin adını özellikle anmak istiyoruz : Biri 1983 yılında yitirdiğimiz klasik dengbéj geleneğinin son ve büyük halkası Reso, diğeri de Şivan Perwer.
Şivan Perwer’in Roj Tv. tarafından neden müebbet mahkûmiyetle tecziye edilerek ekranlardan uzaklaştırıldığını anlamakta doğrusu çok zorluk çektiğimizi söyleyemeyiz : Biri lerine biat etmediği, bundan dolayı da aforoz edildiği kestirilebiliniyor; ama Reso için bir şey diyemiyoruz. Ve O’nun tecziyesine akıl sır erdiremiyoruz. 1983 yılında öldüğüne göre, o zamanlar belki de adını bile duymadığı birilerine, yaşasaydı ileride biat edip edemeyeceğine dair bir yargıda bulunabilmenin olanağı da yoktur. Öyleyse neden ?... Böyle bir dengbéj yok mu ? Onların “müzik” proğramlarına zaman zaman telefonla katılan izleyicilerin sitemlerine ve proğramı sunanların cevaplarına bakılırsa Reso vardır ve Onlar da bunun farkındalar. Yineleyelim sorumuzu : Öyleyse neden ?...
Reso ile uzaktan yakından bir akrabalığımız ya da bir yakınlığımız, tanışıklığımız yoktur. Bu anlamda biz kendisini tanımayız bile. Bir tek defa görmüşüzdür O’nu, o da çocukluğumuzda.
Ve ancak hayal meyal hatırlayabiliyoruz o görüntüyü; ama O’nun stranlarını çok dinlediğimizi ve zaman zaman kimi dostlarımızla onları edebî süzgeçten geçirerek analizini yapmaya, değerlendirmeye çalıştığımızı biliyoruz. Bundan önceki yazımızda da belirttiğimiz gibi böylesi bir söz ve ses bileşiminin tanrısının unutturulmaya çalışılmasına, doğrusu vicdanımız elvermiyor. O’nun binbir emekle, çabayla, sabırla yarattığı stranlarının, onun bunun adına bağlanarak, onların eseriymiş gibi gösterilmesini, bir başka ifade ile sömürülmesini kabullenemiyoruz.
Kabullenmemek bir yana, buna karşı çıkmayı O’nun stranlarının edebî değerini, onların her birinin Kürt kültür ve edebiyatı için, Kürt folklorü için, birer altın hazine olmaları özelliğini bildiğini ve anladığını sanan biri olarak görev addediyoruz. Adı dengbéjlikle özdeşleşen dengbéj menbaının otoritesi olan böyle bir kişinin dengbéjlik kulvarlarında görmezliğe gelinmesini, bu geleneğe yapılmış bir ihanet gibi algılıyoruz.
Yaşadığımız çağda kişilerin adı etrafında öyle kolay kolay mit ( söylenti ) oluşmaz, oluşturulmaz. Hatta artık tümüyle tarihe de karışmıştır bu durum denebilir. Olsa olsa hikmetleri kendilerinde menkul “keramet” sahibi kimi “meşayik-i kiram”’ın çevrelerindeki cühela mürit takımının uydurmaları görülebilir. Bunun dışında “mit bitmiştir” diyeceğiz; ama sözkonusu Reso olunca, bakıyorsunuz mit hâlâ var olabilmektedir. Reso’nun adı etrafında bu çağda mit oluşturulması ne kadar ilginç ise, bu miti O’nun çağdaşı ve doğal olarak da rakibi olan bir başka ünlü dengbéjin, Zahiro’nun, tümüyle inanmış olarak anlatması yüz o kadar ilginçtir.
Salihê Kevirbirî’nin kendisiyle yaptığı bir mülâkatta Zahiro, kendisi için bir tarz, yöntem ustası ( rêbaz ) olarak Reso’yu gördüğünü, O’nunla stranlarla kapıştığını ve ardından O’nun adı etrafında oluşan mitleri büyük bir gönül rahatlığıyla anlatır. Reso’yu bilmeyenler, bunu mitolojik çağın bir tahkiyesi gibi değerlendirebilir. Salihé Kevirbirî’nin “Te bi gelek dengbéjan re kilam gotine ne wisa ?” ( Çok dengbéjle stran söylemişsin değil mi ? )
Sorusunun cevabı olarak şöyle der : “Min bi gelek dengbéjan re kilam gotine û me şevbihûrk çékirine. Ez bi Reso re jî ketime şeré kilaman. Lé hemû dengbéj , bi taybetî Reso, ew taca seré min in û hemû jî ji min çétir in. Lê rêbaza Reso ji min re xweş bû.” ( Bir çok dengbéjle stran söylemişim ve onlarla akşamdan sabaha kadar süren stran gecelerini düzenlemişizdir.
Reso’yla da stran atışmasına girmişim; fakat tüm dengbéjler, hasseten Reso, başımın tacıdır ve tümü de benden iyidir; ama Reso’nun tarzı, yöntemdeki ustalığı, yol göstericiliği benim için iyiydi.) Yine aynı mülâkatta kendisine sorulan, Türkçesiyle “Kimi dengbéjler vardır ki rehber olmuşlardır. Bu anlamda senin ustan, öncün kimdir ya da kimin talebesi çırağısın ? ” sorusuna cevaben, hiçbir dengbéjin talebesi olmadığını, kendisini böyle kabul etmediğini belirterek sözlerini şöyle sürdürür: “Lé weki stîl, rébaz û deng min ji xwe re Reso wekî pîr qebûl kirîye.” ( Fakat usûl, tarz ve ses bakımından Reso’yu kendime pir gibi kabul etmişimdir.)
Zahiro’nun Reso hakkında aynı mülâkatta anlattığı mitosa gelelim: “Reso kilama Quling li Îspaya ku gundekî Bulanixé ye gotiye û şahidé wî hene ku quling bi ser seré wî hatine çûne:
“…Wey li min lo lo qulingo dibê sibe ye
Qîrîna te tê ji aliyê Mêrdînê
Tu hélîna xwe çêneke li çiyayên bilind
………………………………………….” ( Reso, Bulanık’ın İspaya köyünde Quling – turna stranını söylediğinde, O’nun başının üstünde turnaların dolanıp durduğuna dair tanıklar vardır : “….Vay bana hey turna, sabahtır / Mardin tarafından geliyor çınlayan sesin / Sen yuvanı yüce dağlarda yapma /………………….). Zahiro, bu bilgiden önce de yine aynı yerde Sayın Kevirbirî’nin “Tu dikarî navé çend dengbéjén xas û baş bijmérî ? ( Birkaç iyi ve has dengbéjin adını sayabilir misiniz ? ) sorusuna şöyle cevap verir: Evdalé Zeynê pîré dengbéjan e. Piştî wî Şêx Silê û piştî wî jî Ferzé û piştî Ferzê Resoyé Gopala an jî Resoyé Qilîwelo û piştî wî jî Mistefayé Heyran. Heta té gotin Reso bi Mistefayé Heyran re ketiye ber hev û sé şev û sé rojan tené du hék û îskanek şîr vexwariye û di dawîyé de bi gotina kilama Meté cihé Mistefa jé standiye û ketiye péş.
Şahidê Reso hene ku çavén wî di xewé de, dîsa kilam gotine. Ango razayî kilam gotine. Şakir jî heta ku tu bibé jî dengbéjekî baş û héja bû. Dengbéjekî hok bû. Ez dikarim bibéjim hem şagirté Reso bû hem jî ne şagirté wî bû. Piraniya kilamén wî yén Reso bûn.” ( Evdalê Zeynê dengbêjlerin piridir. Ardından sırasıyla Şêx Silê, Ferzê, Gopalalı ya da Qilîwelolu Reso, Mistefayé Heyran. Hatta söyleniliyor ki Reso, Mistefayé Heyran ile stran söyleme yarışmasına girer. Üç gün üç gece süren bu yarışmada Reso, sadece iki yumurta yemiş ve bir bardak süt içmiş. Ve sonunda da Meté kilamıyla Mistefa’nın yerini almış ve öne geçmiş.
Reso’nun uykudayken ya da yatıyorken de kilam (stran) söylediğinin tanıkları vardır. Şakir ( Şakiro ) de diyebileceğin kadar çok iyi ve değerli bir dengbêjdi. Diyebilirim ki hem Reso’nun talebesiydi hem de değildi. Söylediği kilamların çoğunluğu Reso’nundu ).
İşte Zahiro böyle diyor, Reso’dan küçük olmasına rağmen O’nun çağdaşı ve dengbêjlik kulvarlarındaki rakiplerinden biri olan Zahiro… Yukarıda bahsettiğimiz “Dengbéj Geleneğinin Sonu ya da Bu Geleneğin Son Halkası : Reso” adlı yazımızda, Şakiro’nun da Rahmi Batur’a Reso’yu överken kelime bulmakta yaşadığı sıkıntıyı ifade eden bir alıntıya yer vermiştik.
Zahiro’nun Reso’ya ilişkin anlattığı “ Reso, İspeya Köyünde Kilama Quling’ i ( turna stranı ) söylediğinde, başının üstünde turnaların dolanıp döndüklerinin tanıkları vardır” mitin benzeri, son asırlarda bir başkasının adına izafe edilememiştir. Bu mitin ilginçliğinin asıl yanı ya da onu kat be kat daha da ilginç kılan tarafı, Reso’nun hem çağdaşı hem de rakibi olan bir dengbéj tarafından, üstelik de inanılarak anlatılmasıdır. Herhangi bir alanda biribirlerine rakip olan insanların genel olarak birbirlerinden hoşlanmadıkları, başarılarını istemedikleri bilinir. Nitekim Zahiro da Reso’yla stran savaşı yaptığını söylüyor; ama O’nun büyüklüğünü, dengbéjlikteki efsanevi gücünü ve O’nu kendisine pir olarak kabul ettiğini, Şakiro gibi bir dengbéjin bile söylediği stranların çoğunluğunun Reso’ya ait olduğunu belirtir.
Sonra bir masal anlatıyor sanki Zahiro: Reso, üç gün üç gece durmadan, dinlenmeden, uyumadan aralıksız olarak girdiği stran yarışmasında stran söyler. Ve bu süre içerisinde sadece ve sadece iki yumurta yer ve bir bardak süt içer. Olacak şey mi ? Bırakın stran söylemeyi, konuşmak bile mümkün mü bu kadar süre ? Bilemeyiz; ama Zahiro bunu tatlı tatlı ve hayranlık duyarak üstelik de bir rakip olarak- anlatır..Ve bu yarışmanın sonunda Meté ( Mihemedé Elî Begé ) stranıyla Mistefayê Heyran’ı yenerek liderliğe oturur. Aynı mülâkatta Sayın Salihé Kevirbirî sorar: “Gava kû dibéjin Reso, kîjan kilam té bîra te ?” ( Reso dedikleri zaman hangi kilam aklına gelir ? ). Verdiği cevap şudur: “Kilama Reso ya bi navé “Meté” pir deng veda.” ( Reso’nun “Metê” adlı kilamı çok ses çıkardı ). Reso’yu, Şakiro’yu, Huseyno’yu bilen herkes, tıpkı Zahiro gibi bu stranın Reso’nun ünlü stranlarından biri olduğunu bilir; ama gelin görün ki Delil Dilanar namıyla maruf stranbéj ki biz sesini çok da beğeniriz, hayranlıkla dinleriz ve klasik dengbéj stranlarını en iyi seslendiren stranbéjlerin başında geldiğine de inananlardanız kendisinin ünlü olmasında en çok vesile olan iki strandan biri olan Metê stranının kaynağı olarak, iki üç kelime değişikliği ile, amcası Huseyno’yu gösterir, bunun Reso’ya ait olduğunu bizden iyi bilmesine rağmen…
Yıllar önce Med Tv’de yayımlanan “Zimané Huner” adlı bir programa, biz Sayın Dilanar’ın Rusya’dan telefonla ( telefonda öyle demişti ) katıldığını, “amcası Huseyno’nun, Reso’nun şagırtı ve söylediği stranların çoğunun Reso’nun stranları olduğunu” dediğini de hatırlıyoruz. Neylersiniz ?... Bir insan zamansız ölürse, ardından da aklı başında mirasçı bırakmazsa, emekle, sabırla tüm yeteneğini ortaya koyarak ürettikleri, işte böyle pervasızca çalınır, çırpılır, yağmalanır… Biz sadece bir örnek verdik. Bu, O’nun çalınan ilk stranı olmadığı gibi son da değil. Sayın Dilanar’ın, kaynak olarak amcası Huseyno’yu gösterdiği stranların büyük çoğunluğu Reso’ya aittir. Hem sadece Dilanar değil ki, önüne gelen “sahipsiz mal” diye onları aşırmaktan, onlara sahip çıkmaktan çekinmemiş, onların gerisindeki emeğe saygı duymamıştır.
Reso’nun ses ve söz ile ilişkisi, Feqîyé Teyran’ın kuşlarla olan ilişkisi gibidir. O’nun tüm yaşamı sesin ve sözün yollarını kesiştirme, bireşimlerini yapma ve kendi estetik zevkine uygun olarak insanlara aktarma uğraşısı içerisinde geçmiştir. Bundandır ki dengbéjlik onda, melankolik bir hastalık gibidir.
Günün hiçbir saatinde O’na rahat yüzü göstermez; sadece gündüzleri değil, geceleri de O’nu sarmalar. Ne demişti Zahiro ? “Uykudayken ya da yatıyorken bile stran söylediğinin tanıkları vardır”.
Bir dengbéjin stranlarla ne denli “haşir neşir” olduğunu gösterebilen, bundan daha ilginç söylem olabilir mi ? Üstelik bu durumu -tanıklara dayalı da olsa- bir efsane gibi anlatılır. Hem de rakibi olan bir dengbéj tarafından. Nasıl ki Kur’an’da Allah için “ O, her an yeni bir iş ve oluştadır.” deniyorsa, Reso da her an yeni bir stranın hazırlığında olmuştur. Ve bu hazırlık uykularında da yakasını bırakmaz.
Stranları folklorik ürünler bakımından öylesine zengindir ki her biri bir yönüyle sanki folklor araştırma ve derleme yöntemlerinden olan gözlem yönteminin, bir yönüyle de alan araştırması yönteminin uygulanmasıdır. Resim şiir öğeleriyle doludur stranları. Diğer bir ifade ile O’nun her stranı, “konuşan bir resim”’dir. Örneğin, “Dîlber” adını taşıyan stranının son bölümüne bakalım: Reso bu stranda gözlem ve alan araştırmasına çıkmış gibidir:
Lê lê Dîlber ra be îro çîya ba dikir çîya
Hey malxirabo van erd û zozanê hanê
Temamê wan Koçer bûn, iro çîya man çira xalî
Bona Xudê xwezil min bi zanî
Kanê koçeré îro digerîya li van erd û ci ya
Çîya yê mezin sekinî çiya yê piçûk ba kir hûrdevî ya
Go belkî mala we bişewite lewra em piçûk in aql ê me nagê tu cî ya
Di bû waxtê zozana, kulîk û kardî ya
Qîz û bûka teşî û kulî yê xwe derav danîn van zozan û çavkanî ya
Temamê wan koçer bûn, payîz e, erd ê wan kût bûne dagerîyan ser xanî ya
Rebbê alemê belkî tu xirab bikî mal a bavê Memed Begê Mîr ê Tatosê
Bû sebebê me hemû ya
Di bextê we da me
Loma destê min û Dîlber a min ji hev qetîya
Payîz e, dîsa mereqekî li can ê min peyda kirine
Malê me ji zozana dagerîya
Ey Xudê, Rebbîyo bîn a xanî ya pîs e, di tirs im
Dîlber a min nazik e, xanî xirab bikin rengê van zerî ya
Dîlber, Dîlber, Dîlber, Dîlber, Dîlber,
Dilber, Dîlber, Dîlber, heê Dîlber…
Lo gundo gundo gundo gundo
Belkî li te bixwûne qijik, qertel, pepûk, teyrê kundo
Îro di kavlê gundê me da, ez Dîlber a xwe nas dikim,
Yeqîn dikim îdî dû yê Dîlber a min kavlê gundê me da ne ma
Qîzê bi reşkezî ka bûkê rindo
Weê xirabo gundo…
* * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * *
Lê lê Dîlber, kalk, bugün dağ dağa sesleniyordu /
Hey evi yıkılasıca, bu topraklar ve yaylalar /
Buraların tümü göçebelerle doluydu, bugün dağlar niye böyle boş kaldı /
Allah için keşke ben bilseydim /
Bu topraklarda, bu yerde dolaşan göçebeler bugün nerde? /
Büyük dağ durmuş, küçük dağ sesleniyordu küçük çalılıklara /
Eviniz yana belki, diyordu. Zira biz küçüğüz, aklımız ermiyor hiçbir yere ( hiçbir şeye ) /
Yayla, çiçek ve kardî ( kardî : Yaprakları yaklaşık el büyüklüğünde olan, sarma sarmada ve bazen de halk hekimliğinde kullanılan bir bitki ) zamanında ( yayla mevsiminde ) /
Kızlar ve gelinler iğ ve yünlerini dere kenarlarına, yayla ve pınar gözeneklerine bıraktılar ( bırakır oldular ) /
( Burada kalanların ) tümü göçebeydi, güzdür, otlakları tükendi ( ot – çayır bakımından kurudu ) , yayladan damlara döndüler /
Alemin Rabbi, belki sen yıkasın Tatos Miri Memed Beg’in babasının evini ( Tatos : Malazgirt – Ağrı arasında bir yerleşim yerinin adı olmalı ) /
Hepimizin ( çektiklerinin ) sebebi O oldu /
Bahtınıza düşmüşüm /
Dîlber’imle ellerimiz birbirinden koptu ( birbirimizden ayrı düştük ) /
Güzdür, yine melankolik bir hastalık bende peydahlandı /
Evlerimiz yaylalardan döndü /
Ey Allah’ım, Rabbim ( bu mevsimde ) damların kokusu ( uzun süre kapalı ve havalandırmasız kaldığından ) pistir, korkuyorum /
( Çünkü ) benim Dîlber’im naziktir /
( Ve yine korkuyorum ki ) damlar ( bu pis kokularıyla ) bu ergen ve güzel kızların rengini bozsun ( onların neşeli hallerini bitirsin, onları rahatsız etsin ) /
Dîlber, Dîlber, Dîlber……………………………../
Ey köy, ey köy, ey köy, ey köy /
Belki üzerinde kargalar, kartallar, guguk kuşları ve baykuşlar öteydi ( ören yer olsaydın ) . /
Bugün bu ören, harabe köyümüzde, ben Dîlber’imi tanıyorum /
Öyle inanıyorum ki Dîlber’imin ardından artık bu ören, harabe köyde kalmadı /
Siyah belikli kızlar, hani o güzel gelinler ?
Hemen şunu belirtelim ki bu stranın Türkçeleştirilmesi “içimize sindi” diyemeyiz. Adı geçen yazımızda da belirttiğimiz gibi şiirlerin, stranların çevirisi genel olarak yapılamaz. Yapmaya kalkışınca da söylendiği dildeki tadı veremez. Ayrıca çeviri de başlı başına bir ustalıktır. O da bizde yok galiba.
Reso’nun bu stranında, aslında kendisinden de çok önceki bir yayla yaşamı anlatılır. Ya da şöyle diyelim: Göçebelerin yaylaklarından kışlaklarına dönmeleri, yayla topraklarının, oradaki dağların bir anda ıssızlaşması, genç kızların, gelinlerin oradaki hareketliliklerinin bitmesi anlatıcıda melalî ( büyük hüzün, usanç…) bir duygu yaratıyor.
Anlatıcıyı bir şey daha hüzünlendiriyor -bu, korkuyla karışık bir hüzündür, o da şu : O dönemlerde köy damları ( evler i) tümüyle taş ve topraktır. Yaz boyunca hep kapalı kaldığından pis kokar. Yayla dönüşünde, yaylaların o temiz ve canlandırıcı havalarından sonra, evlerin ( toprak damların ) her tarafına sinmiş olan bu pis kokular çekilmez bir hal alır ve öyle hemen de çıkmaz. Üstelik dengbéjin Dîlber’i ( sevgilisi ) çok da naziktir ve pis kokulara karşı duyarlıdır, alerjisi vardır. Dengbéj, O’nun, bu pis kokulardan dolayı rahatsız olabileceği endişesini de taşıyor. Sonra Tatos Miri Memed Beg’ e bedduası var: O’nunla Dîlber’inin ayrılmasına sebep olmuştur. Ayrıca dengbéji çok üzen “yaylalardan ayrılma” ya da “ayrılma zorunda kalma”’nın da müsebbibi olarak bu adam gösteriliyor. Dîlber’siz kalan köy artık kendisi için bir harabedir. Ve o harabe olarak gördüğü köye beddua etmekten kaçınmayacaktır dengbéj. O siyah belikli genç ve güzel kızların, güzel gelinlerin yokluğu, dengbéjde ayrı bir melalî duygu yaratıyor.
Reso’nun stranından aldığımız bu parçanın tahlilini yapmak istesek, söyleyebileceğimiz çok şey vardır; ancak bunu yapmayacağız. “Îro çîya ba dikir çîya”, “Çîya yé mezin sekinî, çîya yé piçûk ba kir hûrdevî ya” gibi simgesel ifadelerin izahını da yapmayacağız. Tahlil kısmı, yazımızın sınırlarını çok zorlayacağı gibi stranın tamamını da almamız gerekecek; oysa biz yalnız son kısmını buraya yazmış olduk. O nedenle burayı atlayacağız.
Folklorik ürünler açısından baktığımızda, bu minik parça yalnız başına bir hazinedir: Artık unutulmaya yüz tutmuş kimi yaşantılar, o yaşantıdaki ilişkiler, duygular ve en önemlisi de bugün neredeyse unutulan, kullanılmayan kelimeler… O kelimelerin karşıladığı nesne ya da kavramlar… Ve tamamı da özbeöz Kürtçe olan kelimeler… Bir kelime deyip geçemeyiz. Bir dilin zenginliği, o kelimelerin sayısının fazlalığıyla ölçülür. Parçada geçen “zerî ( ergen, bakire, kızoğlan kız ), hûrdevî ( hûr : küçük, ufak; devî: çalılık ), derav ( su kenarı ), kavl, kavil ( harabe, viran, ören yer ), reşkezî ( birleşik kelimedir; reş: siyah; kezî: belik, örük )” bugün denilebilir ki hemen hemen hiç kullanılmamaktadır. Bir de çok az kullanılan kelimeler vardır: Teşî ( iğ: yün eğirmek için toparlak bir başlık ve 40-50 cm. uzunluğunda ince, yuvarlak bir saptan oluşan gereç ), kulî (iplik olmak üzere eğirmede olan yün), kardî ( yukarıda bahsettiğimiz bitki ) gibi çok az kullanılan, gittikçe dilin deviniminden düşen kelimeler…
Bu kelimelerle ( kelimelerin karşıladığı nesneler kullanımdan düştükçe, kelimelerin de dilden düşeceği kaçınılmazdır ) birlikte, bunların, söylenmelerinde esin kaynağı olduğu kimi benzetmeler de diden düşecektir : Örneğin ; Serteşî, örneğin; doxteşî… Çocukluğumuzdan hatırlıyoruz: Başıyla vücudu arasında orantısızlık (kafası çok büyük) olanlara “serteşî” deniyordu. Yine çok zayıf, incecik olanlara da “doxteşî” benzetmesi yapılıyordu. Zaten folklorün de öncelikli görevi, yaşamdan düşmek üzere olan ya da düşen geleneklerden, yaşantılardan, kılık, kıyafetten, değer yargılarından tutun kullanılan araç, gerece ve kelimelere varıncaya değin derleyip toparlamak, böylelikle kayıt altına almaktır.
Stran bize sadece eskinin kelimelerini değil, o dönemlerin yaşantısını da ( bir kısmını doğrudan, bir kısmını telmîh yoluyla ) aktarıyor. Örneğin “kardî” yaylak yerler dışında bulunmayan bir bitkidir. Buna ilişkin efsaneler de vardır: Kardîyi toplamak ( koparmak ) “kimilerine uğursuzluk getirir, şifa olacağı yerde zehir olabilir ya da onu toplayanın, yakınlarının başına bir bela gelir” inancı vardır halk arasında. Dolayısıyla kardîyi belli dönemlerde belli (tecrübeyle, uğursuzluk göremeyeceği sabit olan) kişiler toplayabilir.
Parçada Türkçe kelime hiç yoktur, “Türkçe olabilir” diye düşünülebilecek bir tek “Koçer” kelimesi vardır. Bunun “göçer”’den geldiği düşünülebilir; ancak Kürtçe’de de “koç” kelimesinin anlamlarından biri “göç”’tür. Bunun Türkçe’den geldiğini kabul etsek bile başka bir Türkçe kelime gösteremeyiz. “Belkî” ve “temam, tamam”’ın Türkçe olmadığı zaten biliniyor. Çok sayıda özgün Kürtçe kelimenin olması da ayrı bir husus. Öyleyse bu stran, kullanılmayan ya da unutulmaya yüz tutan kelimeleri, yaşantıları, bilgi edinmemiz bakımından geçmişten günümüze taşımak gibi bir işlev de görmektedir ki folklor ve edebiyat da budur. Bu durum, Reso’yu, çağdaşı olan diğer dengbéjlerden ayıran en önemli yanlarından biridir. O’nun gerçek bir edebiyat adamı olduğu kimliğinin de bir göstergesidir. Diğerlerinin her stranında -bırakın özgün Kürtçe kelime- en az 8 – 10 Türkçe kelime bulabiliriz. Adam sıkıştığı her yerde olur olmaz Türkçe kelimeler tıkıştırmıştır.
Bunları anlatmamız, Reso ve O’nun dengbéjlik kulvarlarındaki yeri hakkında biraz bilgi vermeye çalışma isteğimizdendi. Tarih, bir yönüyle de üretenlerle, yaratıcı olanlarla bunlara korsanca sahip çıkanların mücadeleleriyle doludur. Reso gibi dev yaratıcı dengbéjlerin yerini, ekranların “cebren ve hile”’ye dayalı marifetiyle ortaya sürdüğü “türedi dengbéj”’ler almıştır.
Kürtçe’de bu duruma çok da uygun düşen deyim ve atasözü arası bir söz vardır : “Şun a şér a, kundé kor a”. ( Aslanların yerini baykuşlar…) diye kesik kalan bir ifadedir bu; ama ne anlatılmak istediği çok rahat anlaşılabiliyor. Kimsenin de doğrusu pek bir şey dediği yoktur bu ahvale. Reso’nun stranları başkalarının adı ve sesiyle her yerde var; ama kendisinin adı ya da sesiyle bir yerde yok. Örneğin editörlüğünü bilebildiğimiz kadarıyla Ali Cahit Kıraç’ın yaptığı “Xoybun”’un müzik linkinde - Reso hariç - Allah için yok yok. Ve Sayın Kıraç ki kendisiyle tanışıyoruz ve Reso ile hemşehri olduğunu da biliyoruz, gururla 1028 stranlık bir listenin propagandasını da yapıyor.
Kendisini kutlarız; ama her ne hikmetse Reso’ nun kendi sesiyle bir tek stranı yoktur ( listede “Şakiro” ve “Huseyno” adıyla yer alan stranların çoğunluğu Reso’nundur ). Yukarıda belirttiğimiz yazıda ve bu yazımızda anlatmaya çalıştığımız stranların bu dev ismi, Roj Tv.nin yanısıra, demek ki Sayın Kıraç’ın da beğenilerine daha mazhar olamamıştır. Çok yazık ! Yaşamadığına göre, bundan sonra da mazhar olabilme şansını yitirmiştir. Sayın Kıraç’ı bu anlamda çok yadırgadığımızı sözlerimize ekleyelim; çünkü Reso’yu hiç kimse bilmese bile O bilir, bilmelidir. Daha önce de söylediğimiz gibi özellikle 19. yüzyılın ilk çeyreğinden sonra başlamak üzere 20. yüzyılın sonuna kadar yaşanılan tüm te’dip ve tenkil hareketlerine rağmen Kürtlük hâlâ yok edilememişse, bunu sağlayan en temel dinamoların başında müzik ve folklor gelir. Ve bunların da yegane taşıyıcıları dengbéjler olmuştur. Emek verdikleri, ürettikleri, geçmişten günümüze taşıdıkları için onlara çok şey borçluyuz. “Dengbéj” adının üzerinde durmamız, gerçek dengbéj adlarına kıskançlıkla sahip çıkmamız, onları, sanatları ve emekleriyle beraber yeni kuşaklara tanıtmamız gerektiğini ısrarla söylememiz bundandır. Bundandır “türedi”’lerin “dengbéj” diye ekranlara çıkarılmalarına ve onların da öyle olduklarına inanıp arz-ı endam etmelerine isyan etmemiz.
Bilindiği gibi gerek Roj Tv.de gerekse uzantısı olduğu kanallarda eskiden beri çok sıklıkla “Çend Dîmen Ji Kurdistan’é” adıyla, görüntüler eşliğinde stranlar uzun uzun çaldırılır, çaldırılırdı. Bu, güzel bir program bizce. Çoklukla da eski klasik dengbéj stranlarıdır bizim denk geldiklerimiz. Örneğin Mehemed Arifé Cizîré, Karabété Xaço, Meryemxan, Kawûs Axa, Şakiro… Bu programda da hiçbir zaman Reso’nun sesine denk gelmediğimiz gibi, denk geleni de duymadık. Böyle biri yok gibi davranılıyor. Biz geçen yazımızda Şakiro’nun, bu yazımızda da Zahiro’nun Reso hakkındaki düşüncelerini vermeye çalıştık. Sadece bu iki tanınan dengbéjin değerlendirmelerine bakılırsa Reso vardır ve bu alanın otorite adıdır.
Özcan Deniz adlı şarkıcıyla yapılan 2006 Mayıs ayında CNNturk Tv.de yayımlanan bir programı “NETKURD”’ta değerlendiren Mehdi Çılgın’ın haberinde Özcan Deniz’in amcası olan Şakiro için şöyle deniyor : “Ew jî yek ji şagirtén Dengbéj Reso ye û bi pirranî stranén Reso gotiye. Stranén wî bıxwe jî gelek in. Dengbéj Reso jî bixwe şagirté Evdalé Zeyniké ye”. ( O da Dengbéj Reso’nun çıraklarından biridir ve çoğunlukla Reso’nun stranlarını söylemiştir. Kendisinin stranları da çoktur. Dengbéj Reso’nun kendisi de Evdalé Zeyniké’nin çırağıdır ).
Tüm bu anlatımlardan sonra çok net olarak anlaşılıyor ki Reso diye bir dengbéj vardır ve kendi kuşağının da otorite adıdır. Çekirdekten yetişme olup “sonradan türeme” kesiminin yabancısıdır. Temsil ettiği ve son halkası olduğu dengbéj geleneği, bugün yaşatma adı altında “türedi”’lerin elinde dramını yaşıyor. Ve o “sonradan türeme” anlayışın hakim olduğu Roj Tv.de klasik dengbéj geleneğinin efsanevi ismi Reso ile modern Kürt müziğinin en büyük ismi Şivan Perwer dışında herkesin sesi vardır. Bunların Roj Tv. ekranlarında tanıtılmaması, seslerinin duyurulmaması bilinmemelerinden ya da alanlarındaki yetersizliklerinden değildir; aksine organizasyonların bir yanıyla dünyadan, sesten, sanattan bi-haber; bir yanıyla da art niyetli, dağlardan ya da denizlerden gelecek frekanslara endeksli, onlara kumandalı olmalarındandır.
Şivan Perver, 20. yüzyılın son çeyreğinde Kürt müziğine damgasını vuran bir isimdir. Roj Tv. tarafından ekranlardan müebbet olarak uzaklaştırılmasının kabul edilebilir tek bir gerekçesi olamaz. Kürt müziğinin moderniteyi, herhangi bir komplikasyon yaşamadan hazmında olduğu kadar, ulusal düşünceyle ve ulusal bilinçle teçhiz olmasında da en büyük katkının sahibi olan kişidir. Bugün yediden yetmişe bir ulusun tamamı eğer bir hozanın adını ve en az birkaç stranını duymuşsa, biliyorsa, siz bu şahsı yok sayamazsınız. Telefonla Roj Tv.nin müzik proğramına katılan katılımcının “Şivan’ı niçin çıkarmıyorsunuz ?” sorusuna cevaben, sahnedeki bir iki “türedi”’yi göstererek. “Bunlara ne olmuş, Şivan’ı o kadar büyütmeyin, bunların her biri onar Şivan eder!” demekle de kurtulamazsınız. Buna kimseyi inandıramayacağınız gibi kendinizi de inandıramazsınız. Son otuz yıl içerisinde gerek kemiyet gerekse keyfiyet bakımından yurtsever düşüncelerle mücehhez bir jenerasyon oluştuysa, bunda başlı başına Şivan Perwer’in sazının ve sesinin de rolünün olduğunu hangi ehl-i insaf yadsıyabilir.
Modern müziğimizin bu dev ismi 1970’li yılların ortalarında meydana çıktığında, gençlik arasında müziğimizin itibarı olabildiğince aşınmış, klasik dengbéj stranlarını dinleyenler ise belli bir yaş sınırının üzerinde kalmıştı. Şivan bu müziğe yeni bir soluk kazandırmakla, bunu yeniden cazibe merkezi haline getirmekle iktifa etmemiş; aynı zamanda bu müziğe gönül veren, onu iliklerine kadar sindiren ve ”… ardılları” diyebileceğimiz yeni bir hozan stranbéj kesiminin oluşmasının zeminini de atmıştır.
Öyleyse Şivan Perwer, faili çok da meçhûl olmayan, aforozu neden yedi ? “Ez ne ser im, ne serok im / Ez hozané gelé xwe me” dediği için mi acaba? Bir ozanın “Ben baş da değilim, başkan da değilim / Ben halkımın ozanıyım” demesinin, birilerine dokunabilir yanı ne ola ki? Biz bunda birilerinin “görkemli” itibarını zedeleyici bir yan bulamıyoruz. Dünyanın hiçbir ulusunda, tarihin hiçbir döneminde şahıslara münhasır ozan olmamıştır, olamaz da. “Olur” gibi gözükenler olmuşsa da bunların sayıları son derece az ve “başarıları”, “adları” kendilerinde menkul, kendileriyle birlikte yok olup giden türemeler olmuştur. Şimdilerde örneklerini bol bol gördüğümüz gibi. Yıllardır “cebren ve hile ile” hiçbir özelliği olmayan, sadece birileri için medhiyye ya da naat arzetmekle görevlendirilen zavallı zevatı ünlüleştirme çabalarının hiçbir sonuç vermediği görüldüğü gibi yine “cebren ve hile ile”, halkının ozanı olduğunu söyleyenleri itibardan düşürmeye, insanların gönüllerinden yalıtlamaya, böylelikle unutturmaya çalışmanın da amaçlanan sonuç için beyhude olduğu görülmektedir.
Hiçbir toplumda değerler öyle kolay oluşmuyor, yer edinmiyor. Yılların emeği, birikimi ve buna ulalı olarak da yorgunluğu, uykusuzluğu gerisinde vardır. Hepsinden önemlisi de o değerleri oluşturabilecek bir ruh sözkonusudur. Bu cevheri iyeliğinde taşıyan insanın ürettiği, yarattığı değerlere korsanca sahip çıkmak ne denli bayağı bir eylemse, onları oluşturanları, onların altındaki imzaların sahibi olanları görmezliğe gelmek, unutturmaya çalışmak da o oranda bayağıdır. Ne diyelim öyleyse?..
Diyeceğimiz şu : Değerlerimizi yadsımayalım, onlara sahip çıkalım…
Bakurê Kurdistan Amed, 04. 09. 2006
Not : Bu yazi Nasname sîtesînde alinmiş : http://www.nasname.com
Nedim Dit nedimdit@hotmail.com http://www.xoybun.com/extra/slide/Unbenannt-2.swf
http://www.pdk-xoybun.com/nuceimages/Newroz_Kurdistan_PDK_Xoybun_x1.jpg
http://www.pdk-xoybun.com/nuceimages/Nexise_Kurdistane_PDK_b.jpg
Mafê Kopîkirin &kopîbike; PDK-XOYBUN; wiha, di xizmeta, Kurd û Kurdistanê daye : Pirojeya Kurdistana Mezin, Pirojeyên Aborî û Avakirin, Pirojeyên Cand û Huner, Lêkolîna Dîroka Kurdistanê, Perwerdeya Zimanê Kurdî, Perwerdeya Zanîn û Sîyasî, Weşana Malper û TV yên Kurdistane. Tev maf parastî ne. Weşandin:: 2006-09-09 (10249 car hat xwendin) [ Vegere ] | PRINTER |